Beni borsa mı zengin eder yoksa faiz mi?

Yayınlama: 15.01.2024 09:44:00 Güncelleme: 15.01.2024 09:44:54

Son zamanlarda faiz oranlarının yükselmesi, Borsa İstanbul'un geleceği konusunda belirsizlik yaratmış durumda. Bu belirsizlik, birçok faktörden kaynaklanıyor ancak özellikle vadeli mevduatların sunmuş olduğu kısmi tatmin edici faiz oranları, para piyasaları ile sermaye piyasaları arasındaki geçişkenliği arttırıyor. Yatırımcılar, risksiz bir tasarruf aracı olarak görülen vadeli mevduatları portföylerine eklerken, Borsa İstanbul’un 2024 yılında reel bir getiri sağlayıp sağlayamayacağı büyük merak konusu. Peki ideal olan hangisi?

Beni borsa mı zengin eder yoksa faiz mi?

SAFA GÜMÜŞ

Finansal piyasalar, fon arz edenlerle fon talep edenleri bir araya getirerek her iki tarafın ihtiyaçlarını karşılayan dinamik platformlar olarak tanımlanabilir. Bu piyasalar, genel olarak "Para Piyasası" ve "Sermaye Piyasası" olarak iki ana kategoriye ayrılır.

Yapılan bu ayrımdaki en önemli etken “vade” kavramıdır. Para piyasası araçları genel itibarıyla 1 yıldan daha kısa vadeli finansal araçlar olarak tanımlanabilirken “Sermaye piyasası” araçları ise vade olarak bir yıldan daha uzun veya süresiz varlıkların değiş tokuş edildiği piyasalar olarak tanımlanır.

Bu iki piyasanın birbirinden en büyük farkı az önce bahsettiğimiz gibi “vade” kavramıdır. Bununla birlikte literatürde bu iki piyasa arasındaki farklara ilişkin, risk ve faiz faktörü arasındaki farkta gösteriliyor. Genel hatları ile kısa vadeli fon arzı veya talebini temsil eden “Para piyasaları” için risk, dolayısıyla getiri beklentisi daha düşük olurken, sermaye piyasalarında risk, dolayısıyla getiri beklentisi daha yüksektir.

Para piyasalarına örnek olarak vadeden hareketle, mevduat hesapları, varlığa dayalı menkul kıymetler, hazine bonosu, finansman bonosu ve repo işlemlerini göstermek mümkün. Sermaye piyasaları hakkında örnek vermek gerekirse, hisse senedi yatırımı ve tahvil yatırımı gibi vadesi 1 yıldan uzun olan veya belirli bir süre ile tarif edilemeyen varlıkları söyleyebiliriz.

RASYONEL OLMAK YATIRIMCIYI POZİTİF ‘REEL’ GETİRİYE YÖNELTİR

Fon arz edenlerle fon talep edenlerin buluştuğu, başka bir tabirle ‘yatırım’ işleminin gerçekleştiği piyasaları kısa olarak tanımladıktan sonra sormamız gereken asıl soru, yatırımcıların bu piyasalarda neden işlem yaptıklarıdır.

1929 yılında Amerika’da gerçekleşen ‘Büyük Buhran’ hariç dünyamız genellikle ‘enflasyon’ adı verilen bir canavarın pençesindeydi. Hâlâ da öyle. Fiyatlar genel seviyesindeki yükseliş olarak tanım haline getirebileceğimiz enflasyon, alım gücünde yol açtığı erime sebebiyle refah üzerinde doğrudan etkiye sahiptir.

İşte yatırımcılar tam da bu noktada alım güçlerinde enflasyondan kaynaklık hissedilir bir düşüş olmaması için, ellerinde bulundurdukları tasarruflarını veya gelir kaynaklarını en az enflasyon oranı kadar artırmak isterler. Eğer cebinizde 100 TL varsa ve bu 100 TL’yi beklenen yıllık enflasyonun yüzde 36 olduğu bir ortamda yüzde 20’lik bir beklenen getiri sunan bir tasarruf aracına yatırdıysanız, gelecekte alım gücünüzde basit bir hesap ile yüzde 16’lık bir erime yaşanır.

Basit bir mantık ile diyorum, çünkü iş beklenen enflasyon oranından beklenen getiri oranını çıkartmak kadar basit değil. Matematiksel bir formül olarak reel getiriyi: 1+ reel getiri oranı = ((1+ nominal faiz oranı (ya da beklene getiri) / (1 + beklenen enflasyon oranı)) olarak hesaplamak mümkün.

Dolayısıyla yıl sonu yüzde 36’lık bir enflasyonun beklendiği bir ekonomide yüzde 20’lik bir getiri beklentisi ile yatırım yapmak yaklaşık yüzde 12’lik negatif bir reel getiriyi temsil eder ki bu da alım gücünüzün bu oranda değer kaybetmesinden farklı bir şey değildir.

Dolayısıyla bu bilgilerden hareketle net bir şekilde söylenebilir ki ‘rasyonel’ yatırımcılar, bir ekonomide sürekli olarak ‘reel getiri’ peşindedir. Yani bir başka tabir ile ‘alım güçlerini artırma’ çabası içerisindelerdir.

DÖNEMSEL OLARAK REEL GETİRİ SUNAN ARAÇ DEĞİŞEBİLİR

Eğer ‘reel getirinin’ bir ekonomide yatırımcılar ve tasarruf sahipleri tarafından sürekli olarak ‘aranan’ bir şey olduğunu kabul ediyorsak, ‘reel getiri’ sunan yatırım araçlarının dönemden döneme değiştiği gerçeğini de kabul etmek durumundayız. Bir dönem Borsa İstanbul Türkiye’deki yatırımcılara reel getiri imkânı sunarken başka bir dönem geleneksel ‘altın’ yatırımı, başka bir dönem ise ‘mevduat’ reel getiri imkanını sunabilir. Üçünün de eş derecede reel getiri sunduğu bir ortamda ‘rasyonel’ yatırımcı, yatırım tercihini genellikle en az riskli olan mevduattan en çok riskli olan Borsa İstanbul yatırımına doğru yapacaktır.

Günümüzde Borsa İstanbul özelinde yaşanan dalgalı seyrin bir sebebi de aslında paranın ‘reel getiri’ arayışı. Hadi bir örnek ile durumu açıklayalım.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2024 yılı için yıl sonu enflasyon hedefi yüzde 36. Deniz Yatırım tarafından yayımlanan Strateji ve Araştırma Bölümü 2024 Strateji Raporu’na göre kurumun Borsa İstanbul’un 12 aylık süre içerisinde ulaşmasını beklediği seviye 11.800.

Borsa İstanbul’un son zamanlarda 7.800 seviyesinde bulunduğunu varsayarsak, Denizbank’ın 11.800’lük 12 aylık endeks tahmini yaklaşık yüzde 51’lik bir getiriyi temsil ediyor. Yıl sonu beklenen enflasyon oranı yüzde 36, Borsa İstanbul’dan beklediğimiz getiri oranı ise yüzde 51. Reel getiri formülünde bu iki sayıyı yerine yerleştirdiğimizde Borsa İstanbul’un 2024 yılında beklenen faiz oranına göre endeks bazında yüzde 11’lik bir reel getiri sağlayacağının öngörüldüğünü söyleyebiliriz. Tabi bu yalnızca tahmin, kesinliği olan bir durum değil. Dolayısıyla yüksek oranda ‘risk’ içeriyor.

Daha risksiz bir örnek verelim. TCMB tarafından yayımlanan haftalık verilere göre 29.12.2023 tarihinde yani 2023 yıl sonunda kamu ve özel bankalardan toplanan veriler 1 yıllık TL mevduat için yaklaşık yüzde 42,5’lik bir faize işaret ediyordu. Bu yüzde 42,5’lik faiz oranını yüzde 36’lık beklenen enflasyon oranı ile karşılaştırdığımızda reel getiri yüzde 4,78 seviyesinde.

İki yatırım aracını karşılaştırdığınızda, birisi risksiz varsayılabilecek bir şekilde yüzde 4,78’lik beklenen reel getiri sunarken, diğeri daha riskli bir şekilde yüzde 11’lik bir reel getiri beklentisini sizlere sunuyor. Rasyonel yatırımcının iki oranın da eşit olduğu bir durumda hangi yatırım aracını tercih edeceğini söylemiştik. Bu getirilerin farklı ancak ikisinin de pozitif tarafta olduğu bir durumda karar yatırımcının bütünüyle risk algısına ve finansal piyasalara ilişkin bilgisine yönelik olacaktır. Ekim ayından itibaren Borsa İstanbul’dan çıkan 1 milyonu aşkın yatırımcıyı sanırım bir de böyle okumak lazım.

TARİHSEL SÜREÇTE BİR YOLCULUK…

Aslında bu tarihsel yolculuğu Türkiye üzerinde yapmak isterdim ancak, doğru ve kolay ulaşılabilir olduğunu düşündüğüm bir veri setine sahip olmadığım için tarihsel sürecin incelemesini Amerika Birleşik Devleti üzerinden yapacağım. İncelemenin konusu ise tahmin edilebileceği üzere en çok kazandıranı tayin edebilmek.

Son 50 yıllık süreçte durumu S&P 500, ons altın ve 3 ay vadeli Amerikan tahvili üzerinden incelediğimizde ilginç birtakım sonuçlara ulaşıyoruz. Öncelikle, net bir şekilde ifade edebiliriz ki enflasyondan arındırılmış bir şekilde yani ‘reel’ olarak yatırımcına en çok kazanç sağlayan yani onun alım gücünü doğrudan en çok artıran yatırım aracı S&P500 endeksi. 1974 yılının başında S&P 500 endeksine yatırılan 100 dolar, 2023 yılına gelindiğinden enflasyondan arındırılmış bir şekilde yani alım gücü açısından ölçüldüğünde 2.896 dolar ediyordu. Aynı tarihte altına yapılan bir yatırım reel olarak 277 dolarlık bir alım gücünü temsil ederken, 3 aylık Amerikan tahviline yapılan yatırım 50 yıllık bir süre zarfında ancak 100 dolardan 123 dolara yükselen bir alım gücünü temsil ediyor.

50 yıllık bir süreç içerisinde S&P 500 endeksi yalnızca 13 yıl negatif reel getiri elde ederken yani yatırımcısının alım gücünü doğrudan eritirken, altın yatırımcıları bu doğrudan erime ile toplamda birbirinden bağımsız 24 yıl mücadele etmek durumunda kaldılar. Amerikan 3 aylıkları için ise son 50 yılda negatif reel getiri elde edilen yıl sayısı 25. Aslında riskli olarak görülen borsa yatırımının geçmiş performansları göz önüne alındığında gayet ‘risksiz’ olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bunu yalnızca geçmiş verilere bakarak söylediğimizi belirtmeliyim. Ünlü yatırımcıların hemen hepsi yatırım kararlarının ‘dikiz aynasından bakarak’ verilmemesi gerektiği üzerine hemfikirdirler.

EN ÖNEMLİ KAVRAM “VADE”

Vadeli mevduatlardan bu kadar bahsetmişken ve güncel olarak yatırımcılar tarafından sıkça tercih ediliyorken, konu hakkında birkaç kritik terim ve bilgiyi açıklamak tasarruf sahiplerinin finansal okuryazarlığı açısından çok kıymetli olacaktır.

Vadeli mevduat terimi, temel olarak eldeki tasarrufu belirli bir getiri oranına -genellikle faiz oranına- bağlı olarak değerlendirmeyi ifade eder. Bu bağlamda, faiz kavramı ve özellikle "basit faiz" ile "bileşik faiz" terimleri önem kazanır.

Günümüz finans dünyasında, genellikle "basit faiz" sıkça kullanılan bir gösterge değildir; bunun yerine bankalar ve borç verenler, hesaplamalarını genellikle "bileşik faiz" oranı üzerinden yaparlar. Çünkü bileşik faiz, paranın bir an bile değer kaybetmeden sürekli olarak çalıştığı bir kavrama dayanır. Yani, paranız sürekli bir şekilde değer yaratan küçük bir işçi gibi çalışır. Oysa basit faizde, bu küçük işçi sadece bir kez, vade sonunda çalışır.

Örneğin, 10.000 TL tutarındaki bir miktar, %45 faiz oranıyla 1 yıl vadeli olarak bir bankaya yatırılmış olsun. Bu işlem için hesaplama, 10.000 (anapara) x %45 (faiz oranı) x 1 (vade) şeklinde yapılır. Bu durumda, bankanın yatırımcıya ödediği faiz tutarı 4.500 TL olacaktır. Ancak dikkate alınması gereken önemli bir nokta, faizin 1 yıllık vadede yalnızca bir kez anaparaya eklenmiş olmasıdır. Dolayısıyla, 1 senenin sonunda faiz ile ödenecek olan toplam miktar 14.500 TL'dir.

Peki, aynı parayı bir aylık vadelerle yine bir yıl boyunca bir bankada vadeli mevduata yatırsak, ancak bu sefer aylık vadelerin sonunda elde ettiğimiz getiriyi tamamen aynı hesapta değerlendiriyor olsak, sonuç nasıl olurdu? Bu durumu şu formülle ifade edebiliriz:

 Anapara * ((1+ faiz oranı)/ (dönem sayısı))^ (vade x dönem sayısı)

Bu hesaplama bizi 15.554 TL sonucuna götürür. Yani, basit faiz ile yapılan yatırımdan yaklaşık olarak 1.054 TL daha fazla bir getiri elde edilmiş olunur. Bu bağlamda, dönem sayısı olarak adlandırılan kısım faizin ödenme sıklığını temsil eder. Örneğimizde her ay faiz getirisi elde ettiğimiz için bu sayı, bir yıldaki ay sayısı olan 12'ye eşittir.

NE KADAR SIK, O KADAR İYİ

Vadeli mevduatlardaki vade yapısına dair bilinmesi gereken bir diğer önemli husus, vade süresinin ne kadar kısa olursa bileşik faiz etkisinin o kadar artacağıdır. Yukarıdaki örnekte, ayda bir kez faiz elde ettiğimizi ve bu faiz getirisini ana paranın üzerine ekleyerek bir bileşik büyüme oluşturduğumuzu gözlemlemiştik. Ancak, paramıza her gün faiz işlendiğini varsayarsak, bir yılın sonunda günlük olarak faizin tahakkuk ettiği hesapta toplam 5.678 TL faiz geliri oluşur. Bu, bir yılın sonunda paranızın 15.678 TL'ye ulaşması anlamına gelir. Görüldüğü üzere, faizin hesaba tahakkuk etme sıklığı ne kadar fazla olursa, yani vade süresi ne kadar kısa ise, tasarruf daha fazla bileşik getiri imkânı sunar. Burada risk ise faiz oranının değişmesi durumudur.

Ancak, elde edilen bu kazançlar vergiden muaf değildir. Altı aya kadar vadeli hesaplar faiz kazancı üzerinden yüzde 5 oranında bir vergiye tabi olurken, bir yıla kadar vadeli hesaplarda bu stopaj kesintisi oranı yüzde 3'tür. Bir yıldan daha uzun vadeli mevduatlarda ise böyle bir stopaj vergisi oranı bulunmamaktadır.