Enflasyon vakası: Ücretler mi kazançlar mı?

Yayınlama: 08.07.2023 11:33:00 Güncelleme: 04.08.2025 05:00:03

Enflasyon vakası: Ücretler mi kazançlar mı?

SAFA GÜMÜŞ

Tarih boyunca insanlar, emeklerini değerlendirerek geçimlerini sağlamaya çalışmışlardır. Farklı dönemlerde emek, üretime bağlı olarak değişik yöntemlerle değerlendirilmiştir. Özellikle sanayi devrimi sonrası, insanlar emeklerini satmış veya kiraya vererek karşılığında gelir elde etmiş, elde ettikleri bu gelire ise “ücret” demişlerdir. Sanayi devrimi sonrası sistematikleşerek ortaya çıkan bu ücretliler grubu gelişmiş toplumların büyük çoğunluğunu oluşturduğu için, onlarla ilgili çalışmaların ve politikaların ekonomik ve sosyal etkileri oldukça büyüktür.

Bu ekonomik etkilerin en büyüklerinden ve öne çıkanlarından birisi ise bu ücretlerin farklı kesimlerce farklı bakış açıları ile kabul ediliyor olmasıdır. İşverenler açısından ücretler, mal ve hizmet üretiminde bir maliyet unsuru olarak görülürken, sabit gelire sahip olanların tek gelir kaynağı olan ücretler, hayatlarını idame ettirmelerini sağlayan bir kaynaktır.

Bu bağlamda ortaya makroekonomik bir sorun çıkıyor. Ücret-fiyat sarmalı. Ücretler ve fiyatlardaki artışın birbirini takip ederek bir sarmal oluşturması ve her defasında birbirlerini tetikleyerek bu kısır döngüye devam etmesi durumu, iktisat bilimi açısından 1970’lerin Amerika’sı dahil her dönemin konusu olmuştur.

Ücret-fiyat sarmalına göre, herhangi bir genişletici toplam talep politikası karşısında işletmeler ürünlerinin fiyatlarını korumak isteyecekleri gibi fiyatları artırmayı da tercih ederler. Benzer şekilde işçiler de aynı durumla karşılaştıklarında reel ücretlerini korumanın yanı sıra artırma çabasına da gireceklerdir. Talepteki artışlar üretimde sağlanacak artışlar ile karşılanabilirse enflasyonist bir etki ortaya çıkmayacaktır. Yani talepteki artış ile ekonomideki reel büyümenin birbirine orantılı olması durumunda, arz ve talep eğrisinde hissedilir bir kayma meydana gelmez. Aksi durumda, yani ücretlerin reel ekonomik büyümeyle orantılı olarak artmadığı bir durumda, mal ve hizmetlere olan talep bu mal ve hizmetlerin üretiminden fazla olacağı için, fiyatlar artacaktır. Artan fiyatlar karşısında reel olarak alım gücü düşen ücretliler, gelirlerini koruma yoluna başvuracak ve onlara verilerin ücretlerin artması durumunda kar marjlarını geri kazanmak isteyen işletmelerin fiyatları artırması sonucu, sarmal başa dönerek devam edecektir. Bu fiyat ve ücret artışları ekonomi tekrar durağan hale gelene kadar veya ekonomideki reel büyüme, ücret artışlarına yakınsayana kadar devam eder. Ülkelerin genellikle enflasyonist ortamlarda faiz artırmalarının sebebi enflasyondan kurtulmak için, üretim artışından yani büyümeden ziyade, talepteki düşüşü ekonomiyi soğutarak elde etmeye çalışmalarıdır.

Hem Türkiye hem de diğer ülkeler için yapılan bilimsel analizler, çoğunlukla ücret-fiyat sarmalının varlığını ortaya koyuyor. Nobel ödüllü ekonomist Robert Lucas ve meslektaşı Leonard Rapping tarafından yayımlanan 1969 tarihli bir akademik makale, fiyatlardaki yüzde 10’luk bir artışın reel ücretlerin yüzde 2,2 azalmasına sebep olduğunu ve dolayısıyla reel olarak alım gücünü korumak isteyen ücretlilere verilen zamlarla birlikte fiyatların tekrar yükseldiğini orta koyuyor.

‘ÜCRET-FİYAT’ SARMALININ YERİNİ ‘KAR-FİYAT’ ALIYOR

Ne kadar ücretlerdeki artışın bir kısır döngüye yol açtığına dair bilimsel araştırmalar ve kanıtlar olsa da son dönemde öne çıkan konulardan birisi ise, sarmalın ücretlerden çok şirket karlarından kaynaklandığına dair öncülüğünü Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) yaptığı bir tez. IMF’ye göre, son dönemlerde ücretlerin fiyatları artığına dair açık kanıtların aksine, şirket karlarının fiyatları yukarı çektiğine dair daha fazla kanıt var. Özellikle son yayımlanan IMF raporuna göre, Avrupa’da 2022 yılının başından bu yana fiyatlardaki artışın yüzde 45’inden şirket karları sorumlu. İşçi maliyetleri yüzde 25 oranında enflasyona etki ederken ithalatın etkisi ise yüzde 40 seviyelerinde. Bunun en büyük sebebi olarak ise Rusya-Ukrayna savaşı sonrası artan enerji ve emtia fiyatlarının son zamanlarda gerileme göstermesine rağmen şirketlerin hala mal ve hizmetlerin fiyatlarını artırmaya devam etmesi gösteriliyor.

AVRUPA’NIN DİNAMİĞİ TÜRKİYE’YE UYAR MI?

IMF’nin raporu genel olarak Avrupa için kaleme alınmış bir rapor. Dolayısıyla hazırlanırken Avrupa’nın kendi iç dinamikleri gözetiliyor. Ancak yurtiçinde, Türkiye’de dinamikler farklı. Farklı dinamiklerin yanında farklı görüşlerde hâkim…

Öncelikle Türkiye’de şirket karlarının fiyatlara ücretlerdeki artıştan daha çok etki ettiğine dair tartışmaların aksine, asgari ücret zammının fiyatlar üzerine nasıl etki ettiğine yönelik tartışmaların ağırlığı daha fazla.

Ortodoks ekonomik görüşe sahip olanlar, asgari ücretlerdeki bir artışın işvereni işgücünü kısmaya teşvik edeceğini savunur. Bu da işsizlik oranlarının yükselmesine ve toplam talepte bir azalmaya yol açabileceği anlamına gelir. Ayrıca, ücretlere yapılacak zammın işverenin doğrudan ve dolaylı giderlerinin artmasına neden olacağına inanılır. Bu durum da mal ve hizmetlerin fiyatlarının yukarı yönlü olarak revize edilmesi anlamına gelebilir. Dolayısıyla ücretlerdeki bir artış fiyatlarda bir artışa yol açar. Akademik çalışmalarda bu artışın, reel ekonomik büyüme ile desteklenmediği veya ekonomik durgunluk ile frenlenmediği takdirde bir sarmala yol açabileceğini ortaya koyuyor.

Türkiye’de ise dinamikler biraz farklı. Yüksek enflasyon ve düşük faiz sebebiyle Türkiye’de asgari ücretlerdeki artış işsizlik üzerinde negatif bir etki yaratmıyor. Aksine, asgari ücret arttıkça işsizlik düşüyor, çünkü artan nominal ücretler, bir yanılsamaya yol açarak çalışmaya teşvik ediyor. Dolayısıyla Türkiye’de ücret-fiyat sarmalının Avrupa’daki diğer ülkelere kıyasla farklı bir dinamiğe sahip olduğu açık.

PEKİ TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRETE YAPILAN ZAMLAR GERÇEKTEN DE ENFLASYON İÇİN ANA ETKEN Mİ?

Bu konuyu bilimsel açıdan derinlemesine irdelemek için yeterli alana ne yazık ki sahip değiliz. Ancak konuyu bazı noktalarıyla ele almak mümkün. Öncelikle Türkiye’de bir süredir uygulanan politika ‘düşük faiz, düşük enflasyon’ diretmesi ve başarıya alenen ulaşmamış bir politika. Bu sebeple uzun bir dönem boyunca hem mevduat hem de kredi faizleri, yüksek enflasyon karşısında negatif tarafta yer aldı. Yani ne tasarruf sahipleri reel bir getiri elde edecek mevduat faiz oranlarını bulabildiler, ne de kredi çekmek için bankaya gidenler faiz oranlarının enflasyonun üstünde olduğunu görüp borçlanmaktan vazgeçtiler.

Grafikten de belli olacağı üzere 2021 yılının Eylül ayından itibaren enflasyon mevduat faizlerinin üstünde bir seviyedeydi. Hatta grafik bize bozulmanın boyutunu net bir şekilde gösteriyor. Enflasyonun altında kalan mevduat faizi tasarruf sahibini cezalandırmak anlamına geliyor.

Yine aynı dönemde enflasyonun altında kalan kredi faizleri ise, borçlanan kişilerin ödüllendirilmesi anlamına geliyor. Borçlanıp mal veya hizmet talep etmek veya yeni bir yatırım gerçekleştirmek 2010’a dek uzanan grafiğimize göre hiç bu kadar ucuz olmamıştı. 2010 yılından 2020 yılının ortalarına kadar, bankalarca açılan kredilerin ortalama faizler, nereyse hiçbir zaman enflasyonun altında kalmadı.

Bütün bu veriler göz önüne alındığında, Türkiye’de ücret-fiyat sarmalının yanı sıra, talep artırıcı bazı etkenlerinde fiyatlar üzerinde pozitif etki yarattığını söylemek mümkün. Yani eğer bir ücret-fiyat sarmalı varsa bile, bu sarmalın enflasyon üzerindeki en büyük etkiyi yapıp yapmadığı meçhul.

Bununla birlikte aslında ücretlilerin ekonomiden aldıkların payın düşmesi, Türkiye’deki enflasyonun ana sebebinin işgücü ödemelerinin dışında başka yerlerden de kaynaklanabiliyor olduğunu gösteriyor. 2022 yılı sonu itibarıyla ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay 1998’den beri en düşük seviyeye gelerek 25,2’ye geriledi.

TÜRKİYE’DE ŞİRKET KAZANÇLARI ENFLASYONUN NERESİNDE

Bütün bu veriler ışığında IMF’nin raporundan da yola çıkarak Türkiye’de ücretler ile şirket kazançları arasında enflasyona olan katkıları dolayısıyla bir benzerlik olup olmadığını araştırdık. Borsa İstanbul 100 endeksinde işlem gören 100 şirketin 30’undan derlediğimiz bilgilere göre şirketler kendilerini maaş zamlarına karşı büyük ölçekte korumuşa benziyorlar.

İncelediğimiz 30 şirketin 17’sinde ücretlilerin 2023 yılının ilk çeyreğinde şirketin toplam hasılatından aldığı pay 2018 yılının ilk çeyreğinde aldıkları payın altına gerilerken 13 şirkette ise ücretlilerin toplam hasılat içerisinden aldıkları pay arttı. Ortalama olarak ise bu 30 şirkette çalışan ücretliler, 30 şirketin toplam hasılatını yüzde 7,70’sini 2018 yılında alırken, 2023 yılında ise bu oran yüzde 7,40’a geriledi. Yani ücretlilerin toplam içerisinde aldığı pay azaldı. Bu bulgu aslında TÜİK tarafından açıklanan büyüme verilerinde görülen ücretlerin milli gelirden aldığı paydaki gerilemeye ilişkin bulgular ile paralel.

Şirketlerin 5 yıllık ortalama hasılat değişimi yüzde 635 seviyesinde bulunurken, personel giderlerindeki değişim ise yüzde 697 ile hasılattaki artışın biraz üzerinde yer alıyor.

Bütün bu verileri bir yapbozun bütününü oluşturan parçalar olarak görecek olursak, bazı bulgulara ulaşmamız mümkün. Öncelikle, ücretler aslında beklendiği kadar enflasyonu tek başına sürükleyecek bir biçimde artmış değil gibi gözüküyor. Genel olarak ücretlilerin refahı, zamlara rağmen düşerken, şirketlerin elde ettikleri hasılat ve kazançlar, ücretlerdeki artış ile paralellik gösteriyor. Bu bulgu aslında IMF’nin bahsettiği, firmaların enflasyon üzerindeki etkisini de göz ardı edilmemesi gerçeğini bir kez daha gün yüzüne çıkartıyor.

Bununla birlikte asgari ücretteki artışın, reel bazda tüketimi ne kadar artırdığı da meçhul. 2022 yılında yayımlanan TÜİK verilerine göre işgücü ödemeleri 2022 yılının genelinde yüzde 82,7 artarken, hane halkının nihai tüketim harcamalarının yüzde 19,7 arttığını gösteriyor. Bu aslında ücretlerin reel olarak hiç artmadığını veya çok az arttığına dair önemli de bir gösterge.