SAFA GÜMÜŞ
Ücret-Fiyat sarmalı, ücretlerdeki artışın enflasyonu tetiklediği, enflasyonun ise fiyatlardaki artışı tetiklediği iktisadi bir sarmalı ifade eder. 1970’lerin Amerikası dahil birçok ülkede tartışılan ve günümüzde Türkiye’de de sık sık gündeme gelen bu sarmal, artık yerini başka bir tartışmaya bırakıyor olabilir. IMF’ye ve bazı ekonomistlere göre artık enflasyonun en büyük sorumlusu ve günah keçisi ücretlerdeki artış değil, şirketlerin karlarında görülen hızlı büyüme olabilir.
Tarih boyunca insanlar, emeklerini değerlendirerek geçimlerini sağlamaya çalışmışlardır. Farklı dönemlerde emek, üretime bağlı olarak değişik yöntemlerle değerlendirilmiştir. Özellikle sanayi devrimi sonrası, insanlar emeklerini satmış veya kiraya vererek karşılığında gelir elde etmiş, elde ettikleri bu gelire ise “ücret” demişlerdir. Sanayi devrimi sonrası sistematikleşerek ortaya çıkan bu ücretliler grubu gelişmiş toplumların büyük çoğunluğunu oluşturduğu için, onlarla ilgili çalışmaların ve politikaların ekonomik ve sosyal etkileri oldukça büyüktür.
Bu ekonomik etkilerin en büyüklerinden ve öne çıkanlarından birisi ise bu ücretlerin farklı kesimlerce farklı bakış açıları ile kabul ediliyor olmasıdır. İşverenler açısından ücretler, mal ve hizmet üretiminde ek bir maliyet unsuru olarak görülürken, sabit gelire sahip olanlar için ücretler tek gelir kaynağı olan olmaları sebebiyle hayatlarını idame ettirmelerini sağlayan bir kaynaktır.
Bu bağlamda ortaya makroekonomik bir sorun çıkıyor. Ücret-fiyat sarmalı. Ücretler ve fiyatlardaki artışın birbirini takip ederek bir sarmal oluşturması ve her defasında birbirlerini tetikleyerek bu kısır döngüye devam etmesi durumu, iktisat bilimi açısından 1970’lerin Amerikası dahil her dönemin konusu olmuştur.
Ücret-fiyat sarmalına göre, herhangi bir genişletici toplam talep politikası karşısında işletmeler ürünlerinin fiyatlarını korumak isteyecekleri gibi fiyatları artırmayı da tercih ederler. Benzer şekilde işçiler de aynı durumla karşılaştıklarında reel ücretlerini korumanın yanı sıra artırma çabasına da gireceklerdir. Talepteki artışlar üretimde sağlanacak artışlar ile karşılanabilirse enflasyonist bir etki ortaya çıkmayacaktır. Yani talepteki artış ile ekonomideki reel büyümenin birbirine orantılı olması durumunda, arz ve talep eğrisinde hissedilir bir kayma meydana gelmez. Aksi durumda, yani ücretlerin reel ekonomik büyümeyle orantılı olarak artmadığı bir durumda, mal ve hizmetlere olan talep bu mal ve hizmetlerin üretiminden fazla olacağı için, fiyatlar artacaktır. Artan fiyatlar karşısında reel olarak alım gücü düşen ücretliler, gelirlerini koruma yoluna başvuracak ve onlara verilerin ücretlerin artması durumunda kar marjlarını geri kazanmak isteyen işletmelerin fiyatları artırması sonucu, sarmal başa dönerek devam edecektir. Bu fiyat ve ücret artışları ekonomi tekrar durağan hale gelene kadar veya ekonomideki reel büyüme, ücret artışlarına yakınsayana kadar devam eder. Ülkelerin genellikle enflasyonist ortamlarda faiz artırmalarının sebebi enflasyondan kurtulmak için, üretim artışından yani büyümeden ziyade, talepteki düşüşü ekonomiyi soğutarak elde etmeye çalışmalarıdır. Bunun yanında TÜRK-İŞ Başkanı Sayın Ergün Atalay’ın yılda iki kez asgari ücret zammı görüşmesi talebi, bu sarmalın açığa çıkartacağı reel kayıptan işçileri korumak için gayet kabul edilebilir, ancak sarmalın oluşmasına engel değil. İktisat literatürüne göre, reel ekonomik büyüme gerçekleşmeden yapılan her ücret artışı, üreticiye yüklediği ek bir birim maliyet sebebiyle fiyatlara artış yönünde bir baskı yapıyor olabilir.
ÜCRETLER, FİYATLARI ARTIRIR MI?
Hem Türkiye hem de diğer ülkeler için yapılan bilimsel analizler, çoğunlukla ücret-fiyat sarmalının varlığını ortaya koyuyor. Nobel ödüllü ekonomist Robert Lucas ve meslektaşı Leonard Rapping tarafından yayımlanan 1969 tarihli bir akademik makale, Amerika için fiyatlardaki yüzde 10’luk bir artışın reel ücretlerin yüzde 2,2 azalmasına sebep olduğunu ve dolayısıyla reel olarak alım gücünü korumak isteyen ücretlilere verilen zamlarla birlikte fiyatların tekrar yükseldiğini orta koyuyor. Türkiye için yapılan çalışmalarda da ücret-fiyat sarmalının bulgularına ulaşıldığını söylemek mümkün.
‘ÜCRET-FİYAT’ SARMALININ YERİNİ ‘KAR-FİYAT’ ALIYOR
Ne kadar ücretlerdeki artışın bir kısır döngüye yol açtığına dair bilimsel araştırmalar ve kanıtlar olsa da son dönemde öne çıkan konulardan birisi, sarmalın ücretlerden çok şirket karlarından kaynaklandığına dair öncülüğünü Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) yaptığı bir çalışma. IMF’ye göre, son dönemlerde ücretlerin fiyatları artırdığına dair açık kanıtların aksine, şirket karlarının fiyatları yukarı çektiğine dair daha fazla kanıt var. Özellikle yayımlanan IMF raporuna göre, Avrupa’da 2022 yılının başından bu yana fiyatlardaki artışın yüzde 45’inden şirket karları sorumlu. İşçi maliyetleri yüzde 25 oranında enflasyona etki ederken ithalatın etkisi ise yüzde 40 seviyelerinde. Bunun en büyük sebebi olarak Rusya-Ukrayna savaşı sonrası artan enerji ve emtia fiyatlarının son zamanlarda gerileme göstermesine rağmen şirketlerin hala mal ve hizmetlerin fiyatlarını artırmaya devam etmesi gösteriliyor.
AVRUPA’NIN DİNAMİĞİ TÜRKİYE’YE UYAR MI?
IMF’nin raporu genel olarak Avrupa için kaleme alınmış bir rapor. Dolayısıyla hazırlanırken Avrupa’nın kendi iç dinamikleri gözetiliyor. Ancak yurt içinde, Türkiye’de dinamikler farklı. Farklı dinamiklerin yanında farklı görüşlerde hâkim…
Öncelikle Türkiye’de şirket karlarının fiyatlara ücretlerdeki artıştan daha çok etki ettiğine dair tartışmaların aksine, asgari ücret zammının fiyatlar üzerine nasıl etki ettiğine yönelik tartışmaların ağırlığı daha fazla.
Ortodoks ekonomik görüşe sahip olanlar, asgari ücretlerdeki bir artışın işvereni işgücünü kısmaya teşvik edeceğini savunur. Bu da işsizlik oranlarının yükselmesine ve toplam talepte bir azalmaya yol açabileceği anlamına gelir. Asgari ücret zammı dönemi yaklaştığında iş adamları ve sanayicilerimizin bir kısmının mikrofonu eline alıp asgari ücrette gerçekleştirilmesi muhtemel bir yüksek artış oranının işten çıkarmalara sebep olacağına yönelik söylemleri de buradan gelir.
Ayrıca, ücretlere yapılacak zammın işverenin doğrudan ve dolaylı giderlerinin artmasına neden olacağına inanılır. Bu durum da mal ve hizmetlerin fiyatlarının yukarı yönlü olarak revize edilmesi anlamına gelebilir. Dolayısıyla ücretlerdeki bir artış fiyatlarda bir artışa yol açar. Akademik çalışmalar bu artışın reel ekonomik büyüme ile desteklenmediği veya ekonomik durgunluk ile frenlenmediği takdirde bir sarmala yol açabileceğini ortaya koyuyor.
Türkiye’de ise dinamikler biraz farklı. Geçmiş dönemde yüksek enflasyon ve düşük faiz sebebiyle Türkiye’de asgari ücretlerdeki artış işsizlik üzerinde negatif bir etki yaratmamış gibi duruyor. Aksine, asgari ücret arttıkça işsizlik düşüyor, çünkü artan nominal ücretler, bir yanılsamaya yol açarak çalışmaya teşvik ediyor. Dolayısıyla Türkiye’de ücret-fiyat sarmalının Avrupa’daki diğer ülkelere kıyasla farklı bir dinamiğe sahip olduğu açık. Ayrıca dolar bazında asgari ücrete baktığımızda ücretlerde sert artışlarda görmüyoruz. Bu da savunulan görüşün aksine Türkiye’de düşük faiz dönümde istihdam için belirleyici etkenin ücretlerden ziyade firmaların iş yapma kapasitesi olduğunu ortaya koyuyor.
PEKİ TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRETE YAPILAN ZAMLAR GERÇEKTEN DE ENFLASYON İÇİN ANA ETKEN Mİ?
Bu konuyu bilimsel açıdan derinlemesine irdelemek için yeterli alana ne yazık ki sahip değiliz. Ancak konuyu bazı noktalarıyla ele almak mümkün. Öncelikle Türkiye’de bir süredir uygulanan politika ‘düşük faiz, düşük enflasyon’ diretmesi ve başarıya alenen ulaşmamış bir politikaydı. Nitekim Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan yönetimindeki Türkiye ekonomisi, bu politikayı rafa kaldırarak klasik ekonomi politikalarına geri döndüler. Bu dönüşten önce uzun bir dönem boyunca hem mevduat hem de kredi faizleri, yüksek enflasyon karşısında negatif tarafta yer aldı. Yani ne tasarruf sahipleri reel bir getiri elde edecek mevduat faiz oranlarını bulabildiler, ne de kredi çekmek için bankaya gidenler faiz oranlarının enflasyonun üstünde olduğunu görüp borçlanmaktan vazgeçtiler.
2021 yılının Eylül ayından itibaren enflasyon mevduat faizlerinin üstünde bir seviyedeydi. Enflasyonun altında kalan mevduat faizi tasarruf sahibini net bir şekilde cezalandırmak anlamına geliyor.