“Kötü para iyi parayı kovar”

Yayınlama: 21.10.2023 11:09:00 Güncelleme: 21.10.2023 11:06:59

“Kötü para iyi parayı kovar”

SAFA GÜMÜŞ

Spot: İnsanın doğası gereği “rasyonel” bir canlı olup olmadığı konusunda pek çok tartışma var. Kimilerine göre dönemsel olarak “rasyonel” kararlar verebilsek de hayatımızın tamamında duygularımızdan arınmış bir şekilde akılcı bir davranış sergilememiz mümkün değil. Bununla birlikte belki de gerçek olan tek şey, doğamız gereği sahip olduğumuz bazı içgüdüsel davranışların asırlar geçtikçe yüz değiştirerek bugüne ulaşması. Kimse elinde bir çuval kömür varken bir çuval elması karşısındakine vermek istemez. Çıkarlarımız her zaman biz farkında olmadan bir adım önümüzdedir. "Gresham Yasası", belki de doğamızın bir yansıması olan, kötü olanı elden çıkartma ve iyiyi koruma arzusunun iktisadi dünyada nasıl vücut bulduğunu gösterir.

İktisat, sanılanın aksine o kadar da eski bir bilim dalı değil. 18. yüzyılda ortaya çıktı. Hatta “İktisat Bilimi”nin kurucusu olarak gösterilen İskoç asıllı bilim insanı Adam Smith, Glasgow Üniversitesi’nde “Ahlak Felsefesi” profesörüydü. İktisadın bir toplum bilimi şeklinde tanımlanmasına şaşılmamalı.

Hem eski dönemlerde bir “alan” olarak hem de günümüzdeki salt “bilim” haliyle iktisat, toplumun içerisinden doğan, bu sebeple etik, ahlak, mantık, kültür ve diğer çeşitli olguların tamamını içinde barındıran bir yapıya sahip. İktisat öğrencilere genellikle üniversitenin ilk günlerinde ezberletilen “İktisat, kıt kaynaklarla sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamak için optimal kaynak dağılımını araştıran bir bilim dalıdır” cümlesindeki kıt, ne yalnızca mal ve hizmetleri kasteder, ne de insan ihtiyaçları yalnızca bazı mal ve hizmetlerden ibarettir…

Bu sebeple iktisat, toplumun diğer bazı problemlerine çözüm bulunması veya bu problemlerin açıklanabilmesi amacıyla bazı “kanunlar” ve “teoremler” üretmiş veya keşfetmiştir.

Bu teoremler arasında hem günümüz finans dünyasında hem de iktisat bilimi temelinde geçerliliğini hala koruyan “Gresham Kanunu” veya halk arasında bilinen adıyla “Kötü para iyi parayı kovar” kanunu oldukça önemlidir.

KRALİÇENİN DANIŞMANI, İNGİLİZ BİR TÜCCAR

“Gresham” yasasından bahsetmeden ve bu yasanın günümüz ekonomi/finans camiası için neden bu kadar önemsendiğini irdelemeden önce, kanuna ismini veren İngiliz Thomas Gresham’ı tanımak önemli.

Gresham, 1519 senesinde İngiltere’de dünyaya gelen İngiliz tüccar ve yatırımcıdır. Kendisi aynı zamanda İngiltere Kraliçesi I. Mary ve I. Elizabeth’in mali danışmanı ve bununla birlikte kendileri için ticari faaliyetlerini yürüten bir tüccardır. Bununla birlikte Gresham günümüzde, bir alışveriş merkezi olarak Londra’da tarihin bir parçasını yansıtmaya devam eden Royal Exchange veya Türkçe tabiriyle “Kraliyet Borsası”nın da kurucusudur.

Finans ile bu kadar iç içe olan birisinin az sonra açıklamaya başlayacağımız önemli kanunu ortaya atmasına şaşmamalı.

İKİ CAMBAZ BİR İPTE OYNAMAZ

Bugün “para” kelimesini duyduğumuzda aklımıza gelen ilk şey cebimizde taşıdığımız ve üstünde “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazan banknotlardır. İkinci olarak aklımıza gelen ise, “Darphane” tarafından basılan bozuk paralar veya diğer adıyla madeni paralardır.

Oysa tarih boyunca günümüzde akla gelen bu ilk iki örnek dışında birçok başka para çeşidi insanlar tarafından kullanılmıştır. “Mal para”, “Tek metal”, “Çift metal” gibi para çeşitleri, insanlık tarihinde uzunca bir dönem diğer mal ve hizmetlerin alınıp satılması veya tasarruf için bir araç olarak kullanılmıştır.

İlk para çeşidi, bir malın başka bir mal ile takas edilmesi sürecini kapsayan, “trampa” adını da verebileceğimiz sistemdir. Bu sistem, değerli metallerin öneminin artması ve bu metallerin değiş tokuş aracı olarak kullanılmaya başlaması, dolayısıyla Lidyalıların parayı icat etmesi ile önemini yitirmiştir.

“Tek metal” sistemi, genellikle “altın” veya gümüş” madenlerinden birisinin eritilerek para olarak kullanılması durumunu temsil eder. “Çift metal” sistemi ise ekonomi içerisinde hem “altın” hem de “gümüş” paranın aynı anda kullanılması durumudur.

Gresham Yasası tam da bu sebepten dolayı, yani “gümüş” para ile “altın” paranın aynı anda dolaşımda bulunması sonucu toplumda meydana gelen bir sorundan ortaya çıkmıştır.

Yasa aslında çok basittir ve insan psikolojisinin asırlardır değişmeyen bir yargısını gözler önüne serer.

1500’lü yıllarda “Çift metal” sisteminin geçerli olduğu bir ülkede yaşadığınızı hayal edin. Bir gün pazara ekmek almak için gidiyorsunuz ve satıcıya bir ekmek almak istediğini söylüyorsunuz. Satıcının size söylediği tutar, 5 sikke. Elinizi para kesenize atıyorsunuz ve bir altın birde gümüş sikke çıkartıyorsunuz. Hem altın sikkenin hem de gümüş sikkenin üzerinde 5 yazıyor. Yani satıcıya altın veya gümüş sikkelerden herhangi birisini verdiğinizde satıcı size ekmeği satmış olacak. Altın sikkeyi mi verirsiniz gümüş sikkeyi mi?

İnsanlar genellikle madeni açıdan daha az değerli olan gümüş sikkeyi verip, altın sikkeyi ellerinde tutmayı tercih ederler. Çünkü her ne kadar altın ve gümüşün o an için nominal değeri eşit olsa da altının reel değeri gümüşün reel değerinden daha fazladır.

“Gresham Yasası” az önce örneğini verdiğimiz ve çeşitlendirebileceğimiz bu basit olayı bir kanun haline getirmiştir. Yasa tanım itibarıyla “göreli nominal değerleri aynı fakat külçe değerleri farklı iki paradan, külçe değeri yüksek olanın dolaşımdan çekilmesi” olayıdır. Az önceki örneğimizde 5 gümüş sikkeye ekmek aldığınızda dolaşıma 5 gümüş sikke sokmuş oldunuz. Cebinizdeki 5 altın sikke ise dolaşıma girmedi. “İki cambaz bir ipte oynayamadı” ve cambazlardan birisi ip değiştirmek zorunda kaldı.

İNSAN DOĞASININ BİR YANSIMASI

“Gresham Yasası” aslında yalnızca çift metal para sisteminin geçerli olduğu eski dönem ekonomileri için geçerli değil. Yasa, insan doğasının “çıkarcı” ve “savunmacı” tarafını yansıttığı için karşılaştırılabilir bütün mal ve hizmetler için geçerli. Otomobil piyasasından tutun da şirket arasındaki rekabete kadar…

Ancak bu yasanın günümüze yansımaları ekonomi hayatı için nasıldır?

Dolar ve TL ikilisi üzerinden durumu ele alalım. Yüksek miktarda ithalat yapan bir firmanın sahibisiniz. Yurt dışından ithal olarak ülkeye getirdiğiniz malları buraya yeniden işliyor ve iç pazara bu ürünleri tekrar satıyorsunuz. İşleriniz çok iyi ve iyi miktarda da para kazanıyorsunuz. Ancak bir sorun var.

Yurt dışından mal aldığınız firma sizden ödemeleri Amerikan doları ile istiyor çünkü o da başkalarına Amerikan doları ile ödeme yapmak zorunda. Ancak siz iç piyasaya mal sattığınız için genelde TL kazanıyorsunuz. Yani elinize devamlı olarak gelen TL ve devamlı olarak giden bir dolar var.

TL’yi iç piyasa yaptığınız satışlar sebebiyle rahatça elde edebiliyorsunuz ancak doları elde etmede bazı problemleriniz var. Yapabileceğiniz tek şey elinizdeki TL’yi dolara dönüştürerek ithalat yaptığınız firmaya ödeme gerçekleştirmek.

Bununla birlikte TL sürekli olarak değer kaybediyor. Siz iç piyasadan tahsilat gerçekleştirip bu parayı ithalat partnerinizden yeni mallar almak için döviz bürosuna her götürdüğünüzde elindeki aynı miktarda TL’nin daha az dolar aldığını görüyorsunuz. Yavaş yavaş doların sizin için önemi artıyor. Çünkü ikisinin üzerinde de 100 yazmasına rağmen yani nominal değerleri eşit olmasına rağmen, elinizdeki 100 nominal değerli TL yavaş yavaş daha az nominal değerli dolar alabiliyor. Yani değer kaybediyor.

Ayrıca işin kötü tarafı yalnızca siz bu durumda değilsiniz. TL’nin yavaş yavaş değer kaybettiği -hatta bazen bu değer kaybının ani ve hızlı gerçekleştiği- hem bütün Türkiye tarafından biliniyor hem de sizinle gibi yurt dışından mal ithal eden diğer Türk firmaları tarafından.

Ne yaparsınız? Elinizde ikisinin üzerinde de 100 yazan yani nominal olarak eşit değere sahip iki ayrı devlete ait para var.  Ancak birisini kullanarak diğerinden git gide daha az alabiliyorsunuz. Yani birisi sürekli reel olarak değer kaybediyor. Bu durumda elinizdeki TL’yi piyasada harcayıp, doları elinizde tutmak istersiniz. İster döviz bürosuna gidip TL karşılığı dolar alın, isterseniz bütün harcamalarınızı TL ile yapıp doları elinizde tutmak için bütün çabayı gösterin. Kötü para iyi parayı çoktan kovmaya başlamış olacak.

 Sonuç olarak piyasada TL bollaşırken, dolar git gide dolaşımdan çekilecek. Sonuç olarak insanlar TL varlıklara yatırım yapmak yerine, dolar cinsi varlıklara veya doğrudan doların kendisine yönelecek. Sonuç olarak kötü para, iyi parayı kovacak. Üstelik kötü parayı sürekli olarak yeni düzenlemeler veya araçlar ile değerli gösterme çabaları da ne yazık ki sonuç vermeyecek. Yastık altına bir şekilde bazı şeyler konulacak ve hep orada kalacak…

PARAŞÜT TEORİSİ

Her ne kadar Gresham tarafından genel hatları ortaya konulan görüş bir “yasa” kabulü görse de bazı teoriler bu konuda şüphelere yol açıyor. Bunlardan en bilineni ise “Gresham Yasası” ile sık sık adı yan yana gelen “Paraşüt Teorisi”.

Fransız İktisatçı Leon Walras tarafından ortaya atılan teori, çift metal sisteminde giderek değerlenen bir para olması durumunda bu hızlı değerlenmenin diğer para birimi tarafından engellenebileceğini savunuyor.

Çift metal para birimine sahip bir ülkede altın ve gümüşün aynı anda kullanıldığını ve altının doğal olarak gümüşten daha değerli olduğunu varsayalım. Altın parayı elinde tutmak isteyenler gümüş parayı kullanacak ve gümüş paranın piyasadaki değeri bolluğu sebebiyle azalmaya başlayacaktır. Diğer yandan altın ise kıymeti ve kullanılmadan çekilmesinin doğal bir sonucu olarak değer kazanacaktır.

Altın para değer kazandıkça, altın üretimi artacaktır. Bu aslında Arz kanuna basit bir örnektir. Bir malın arzı ile o malın fiyatı arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Altın üretiminin artması aynı zamanda gümüş üretimi yapanlarında sermayesinin altın üretimine kaymasına yola açacaktır.

Altın üretimi arttıkça bu sefer piyasadaki altın miktarı giderek artmaya başlayacak, gümüş ise arz kısıtı sebebiyle yavaş yavaş daha değerli hale gelecektir.

İşte Walras, çift metal para sisteminde, paraların kullanımı, üretimi ve değeri arasındaki ilişkiyi işaret ederek, giderek değer kaybeden paradaki sert düşüşün giderek değer kazanan para sayesinde, adeta bir paraşüt görevi görerek yavaşlatacağını savunur.