Özatay: Riski ve enflasyonu düşürürsek dolar müptelası olmaktan çıkarız

Yayınlama: 05.10.2022 11:47:00 Güncelleme: 05.10.2022 16:00:02

Prof. Dr. Fatih Özatay, liralaşma stratejisinde doğru araç kullanılmadığını belirterek, bu nedenle stratejinin bir çırpıda gerçekleşemeyeceğini söyledi. "Düşük faiz, düşük cari açık hedeflerken; yüksek kur, yüksek risk, yüksek açık, kredi tayınlaması ve yavaşlama durağına geldik" diyen Özatay, ‘dolarlaşma’dan kurtulmak için ülke riski ve enflasyondaki düşüşün anahtar olacağını vurguladı

Özatay: Riski ve enflasyonu düşürürsek dolar müptelası olmaktan çıkarız

Dünya WEB TV Genel Yayın Yönetmeni Burcu Göksüzoğlu'nun bu haftaki konuğu Prof. Dr. Fatih Özatay oldu…

-Enflasyonda zirveden dönüş sizce ne zaman başlar, sizin yılsonu beklentiniz ne yönde?

Kur önemli bir belirleyici. Merkez Bankası’nın müdahalelerine rağmen kurda yükseliş eğilimi var. Baz etkisini bir tarafa bırakırsak, enflasyonun düşmesi çok kolay olmayacak. İkincisi; eylül ve ağustos aylık rakamlarını geçen yılın rakamlarıyla karşılaştırdığınızda iki puana yakın yükseliş var. Halbuki bunlar temmuz, haziran, mayısta bu kadar değildi. Enflasyon dinamiğinde bir iyileşme görebilmemiz için, aylık enflasyonlar arasındaki farkın azalıyor olması lazım. Tabii iki aylık gözleme bakıp büyük sonuçlar çıkarmanın bir anlamı yok ama, kur artışıyla birlikte değerlendirildiğinde yüzde 83,5’un biraz daha yukarı çıkması beklenir. Sonrasındaki düşüşün enflasyon dinamikleriyle bir ilgisi yok. Baz etkisi nedeniyle teknik olarak bir düşüş göreceğiz. Ama kaç olacak onu da söylemek zor. Tabii şunu da vurgulamak gerekiyor; enflasyondaki düşüş, fiyatların düşüyor olması demek değil. Fiyatlar artmaya devam edecek.

-Enflasyonla mücadeleye gelecek olursak… Dünya faiz artırırken biz düşürüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan tek hane mesajı da var…

Bizdeki enflasyon artışının temel nedeni düşük faiz politikası. Niye faizleri düşürdük? O zaman aslında niyet iyiydi. Neydi o niyet; faizi düşüreceğiz paraya biraz değer kaybettireceğiz yani kur biraz artacak. Kurun artması ne demek? Yabancılar açısından bizim sattığımız mal ve hizmetlerin ucuzlaması demek, dolayısıyla ihracatımız artacak, cari işlemler açığımız kapanacak. Artık cari işlemler fazlası veren bir ülke olacağız. Çok hoş bence ama kullanılan araç yanlış. Cari işlemler açığını düşürebilmek, ihracatı artırabilmenin temel yolu verimliliği artırmaktan geçiyor. Şimdi bürokrat faiz düşürdü diye verimliliğiniz artmıyor. Birden bir saatte ürettiğiniz malı, 50 dakikada üretir hale gelmiyorsunuz, kalitesini birden artırır hale gelmiyorsunuz. İhracatı kalıcı olarak artırabilmek için bu tür şeyler lazım. O zaman çok uyarıldı. Enflasyon arttı. Biz düşük faiz, düşük cari işlemler açığı hedeflerken; düşük faiz, yüksek kur, yüksek risk, yüksek cari işlemler açığı, kredi tayınlaması ve yavaşlama, böyle bir durağa geldik. Bu da hoş bir şey değil. Evet bütün dünyada enflasyon artıyor ama Amerika’da enflasyon kaç? Beğenilmeyen 12 aylık enflasyon yüzde 10 civarında, bizde yüzde 83,5. 8 katı. Dolayısıyla faizi biraz daha düşürerek nereye gideceğimiz belli, böyle enflasyonla mücadele olmaz.

'SIKI' DÖNEME RİSKİMİZİ İKİYE KATLAMIŞ GİRİYORUZ

-Peki nereye doğru gideceğiz?

Sürdürülemez bu durum. Bunu nereden görüyoruz? Risk priminden görüyoruz. Şu anda Türkiye’nin risk primi (CDS) 780 baz puan. Biz bu politikaya başladığımızda bir yıl önce 350 civarındaydı. 350 de yüksekti beğenmiyorduk, eleştiriyorduk. Çünkü Kore’de 40 baz puan, Malezya’da 30 baz puan. Büyük merkez bankalarının faiz artırdığı dönemde 780 yerine 380 baz puan olsa bile sevimsiz bizler açısından. Borçlanmamızı zorlaştırıyor, maliyetini artırıyor. Biz yabancı merkez bankalarının faiz artırdığı bir döneme riskimizi ikiye katlamış halde giriyoruz. Bir yıl önce 380 baz puan olan, 780’e çıkmış oluyor. Yani yabancı merkez bankaları faiz artırmasa bile riskimizi arttığı için işimiz zorlaşıyor. Riskimiz artmasaydı bile yabancı merkez bankaları faiz artırdığı için işimiz zorlaşacaktı. Şimdi ikisi birden, katmerli oldu.

-“Liralaşma derken dolarlaştık” şeklinde bir paylaşımınız oldu. Bunu biraz açabilir misiniz?

Evet dolarlaşıyoruz. Kur iki katına çıkınca, KKM bir devre kesici olarak geldi. Kurdaki çılgın gidişat, daha da çılgınlaşmasın diye devreye sokuldu. İktisat literatüründe özellikle Latin Amerika benzeri ülkeler için 80’lerde 90’larda vurgulanan nokta şu; dolarlaşma dediğimiz şey sadece döviz cinsinden borcumuz olması, döviz cinsinden mevduat tutulması değil. Dövize endeksli finansal varlıklar da dolarlaşmanın bir ölçütü. Yani dolarlaşmaya bakmak için şuna bakamazsınız, mesela bütün bankalardaki dolar cinsin mevduat bölü toplam mevduat. Bu dolarlaşmanın bir ölçütü olarak eskiden bakılırdı ama eğer dolara endeksli mevduat varsa o zaman şöyle bakmak gerekiyor. Döviz cinsinden mevduat artı dolara ya da euroya endeksli mevduat bölü toplam mevduat. Doğrusu bu çünkü kura endeksli. Kur arttığı zaman borç artıyor. Hazine’nin borcu artıyor. Öyle baktığınızda bu yüzde 70’i geçmiş durumda. Zaten liralaşma dediğiniz şey çok güzel bir şey keşke olsa ama bir çırpıda olacak bir şey değil. Yine çok tanınmış bir makale var. Vaktiyle dolarlaşmanın yüksek olduğu ekonomiler bu beladan niye hemen kurtulamıyorlar, kurtulabiliyorlar mı, kurtulamıyorlarsa niye kurtulamıyorlar? Ekonomik birimlerin hafızası çok kuvvetli enflasyonu yükselten garip politikalara tekrar dönülebileceği korkusuyla dolar cinsinden varlıklarını kolay kolay elden çıkartmıyorlar. O çalışmanın başlığı da İngilizce’den tercüme edersek doların müptelası olmak, bağımlısı olmak. Çoğu ülkede enflasyon tek haneye düşse bile bu bela devam edebiliyor. Zamanla ancak ortadan kalkıyor. Türkiye’de de öyle oluyor.

ENFLASYONU HORTLATTIĞIMIZ İÇİN DOLARLAŞMA ÇOK ARTTI

-Biz de dolara müptela bir ülke miyiz?

Öyleyiz maalesef. Kod adı dolar. Euro da, sterlin de diyebilirsiniz. Japon Yeni tutan var mıdır bilmiyorum ama. Kod adı dolarlaşma. Ne yazık ki öyle çünkü temel nedeni bunun yüksek enflasyon. Bu ülkelerin temel özelliği yüksek enflasyon. Enflasyonu düşürürseniz ve bunun kalıcı olduğuna ikna edebilirseniz ancak, yıllar sonra o zaman bu bela yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Türkiye’de 2002 Ocak’ta enflasyon yüzde 72’idi, zirveydi o dönemde. Yüzde 6’lara geldi 2005 gibi yüzde 7 falan ama dolarlaşma hemen kalkmadı. O toplam mevduatların yüzde 25’ine düşmesi, yüzde 25-30 aralığına gelmesi dolar cinsinden ve dolar endeksli mevduatların 2010-2011’lerde oldu. Kolay değil, 10 yıl aldı neredeyse. Şimdi tekrar enflasyonu hortlattığımız için dolarlaşma çok arttı.  Latinler için literatür o kadar geniş ki başka bir ismi de var bunun: İlk günah. Kendi paranız cinsinden borçlanamıyorsunuz. Bankalar ya da hazine enflasyon çok yüksek olduğu için, o ülkenin parasına kendi ülkenin vatandaşları güven duymadığı için mecburen döviz endeksli ya da döviz cinsinden borçlanıyor, kendi vatandaşlarına. Bu da riskli bir şey. Faizi daha düşük oluyor diyelim ama döviz kurunun ne olacağını bilmiyorsunuz.

-Türkiye Ekonomi Modeli, TL’ye güveni artırır mı, ya da bir kur şoku bekler misiniz?

Kur hakkında konuşmak çok zor. Trump’ın Ağustos 2018’de o küstah tweetleri atacağını kim biliyordu? “Türkiye ekonomisini mahvederim” dedi. Bu rahip meselesi, Suriye politikası vs hepsi birleşti. 3,5 lira civarındaydı kur pat diye ağustosun ortalarına doğru 7 liraya çıktı. Dolayısıyla böyle şoklar gelebiliyor. Önemli olan kırılganlıkları azaltabilmek. Biz kırılganlıklara kırılganlık ekliyoruz son dönemde alınan önlemlerle. Bir yeri düzeltelim derken iki yer bozuluyor. Dolayısıyla böyle bir ortamda yurt dışında faizler artıyorken bir, ikincisi ülkenizin riski zaten çok yüksekken, üç önemli bir cari işlemler açığı veriyorken ve çevirmeniz gereken dış borç da azımsanmayacak bir tutardayken kura yukarı doğru baskı oluyor, gözleniyor. Bu bir gerçek. Bunun sürmesi beklenir ama kur nereye gider… Zaten merkez bankacılar, şimdikileri bilmiyorum ama eski merkez bankacılar konuşmaz kur konusunda, zor tahmini çünkü. Ama yönü sevimsiz gidiyor.

İKTİSADİ OLARAK NE YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ İYİ BİLİYORUZ

-Durum böyleyken ne yapılabilinir?

Gidişat iyi değil ama sürdürülemez olduğunu biliyoruz. Sürdürülemez demek bugün patlayacak, bir ay sonra patlayacak, üç ay sonra patlayacak anlamına gelmiyor. Öncelikle Türkiye’nin riskini azaltmak lazım ekonomi dışı alanlarda. Hukukun üstünlüğü, kişisel özgürlükler vs. Ekonomi alanında; ihale yasası, Merkez Bankası ve ekonomi kurumlarının bağımsızlığı.. Bunların hepsi Türkiye’nin riskini anında düşürecek şeyler. Birden pat diye tekrar 300’e getirmez ama 780’i indirir. Peki iktisadi olarak ne yapmak gerekir? Bunu Türkiye çok iyi biliyor. Yaptı bunun iktisadı kısmını. Maliye politikasında vatandaşlarınıza döviz cinsinden borçlanmayacaksınız, kur riskinizi ortadan kaldıracaksınız, KKM’yi kademeli olarak ortadan kaldıracaksınız. Zaten riskiniz düşerse döviz kuru da bir sakinlik kazanacağı için hatta düşmeye başlayacağı için zamanla KKM’nin da bir cazibesi kalmaz. Maliye politikasında döviz cinsinden gelir garantileri var, bunların tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Para politikası otoritesi sadece enflasyona odaklanacak. Garip işlerle uğraşmayacak, bunu da gösterecek. Yani tablo olumluya çevrilebilir. Tek olumsuz faktör yurt dışı konjonktür. 2023’te çoğu ülke belki resesyonda olacak. Yurt dışı faizler de yüksek olacak. Ama ne yapalım biz kendi kırılganlıklarımızı en aza indirmek zorundayız. Yapabiliriz bunu, yapılmayacak bir şey yok yaptık çünkü daha önce.

SEÇİM EKONOMİSİ SORUNLARI DAHA DA AĞIRLAŞTIRIR

-Sizce seçim ekonomisi görünümü daha da bozacak mı?

Muhtemelen seçim ekonomisi şöyle uygulanacak; kamu harcamaları artırılacak özellikle yoksullar gibi belli kesimlere yardım payı artırılmaya transfer oranı artırılmaya çalışılacak. Emekli maaşına asgari ücrete enflasyonun üzerinde bir zam yapılacak. Aynı zamanda kamu bankaları ucuz kredi kampanyaları başlatacak. Bunların elbette bütçeye bir yükü olacak. Orada şöyle bir avantaj var. İşte ticari bankalar istenmeyen sektörlere kredi açarlarsa belli miktarda çok ucuza, düşük faizle hazine tahvili tutmak zorundalar. Hazine tahvilleri faizleri üstten sınırlanmış vaziyette dolayısıyla çok düşük reel faizlerle yani enflasyonun çok altında Hazine’nin borçlanma imkanı var. Böyle bir karmaşa olacak. Belki işte doğal gaz fiyatlarına, elektrik fiyatlarına işte hanehalklarına yönelik olanların sabit tutulduğunu ya da çok az artırıldığını göreceğiz. Yurt dışında bunların fiyatları artıyor olsa bile. Ama bunların hepsi makroekonomi açısından bakarsanız dengesizlik unsurları. Biz iktisatçılar dengeden hoşlanırız. Ama dengesizlik unsuru dediğimiz nedir? İşte açılan bütçedir, enflasyonun çok altında faizdir, çok yüksek enflasyondur, çok yüksek risk primidir bu bünyede bir dolu sorun olduğunu gösterir. Bunların bir tanesi bile olsa bir sorun vardır. Bir nedenle ortaya çıkıyordur, dolayısıyla seçim ekonomisi uygulaması bu sorunları daha da ağırlaştırır. Biraz daha karıştıracaktır.

-Ekonomik büyüme açısından ne bekliyor bizi, Türkiye’de resesyon ya da stagflasyon yaşanır mı?

Seçime kurun patladığı bir ortamda enflasyonun daha da patladığı bir ortamda gidilmez, belli bir kontrol gerekiyor. Bunların hepsi ekonomiyi yavaşlattı. Ama şöyle yılın ilk yarısı çok yüksek bir oranda büyüdük. Bu söylediklerim üçüncü çeyrek için geçerli. Geride bıraktığımız üçüncü çeyrek öncü verilerine bakarsanız belirgin bir yavaşlama var. Ama bu şu demek değil, üçüncü çeyrekte bir yıl öncesinin üçüncü çeyreğine göre Türkiye’nin ekonomisi yine azımsanmayacak bir oranda büyüyecek ama yavaşlamadan kasıt ikinci çeyreğe göre. İkinci çeyreğe göre belki biz yatay bir gidiş göreceğiz, yani büyümeyecek ekonomi. Resesyon böyle ölçülüyor zaten. Bir çeyrek öncesine bakıyorsunuz, iki çeyrek üst üste ekonomi büyümüyorsa, küçülüyorsa buna resesyon deniyor. Bu da çok yüksek enflasyonla birlikte olursa sevimsiz bir şey oluyor. Eğer seçim ekonomisi devreye sokulmazsa erkenden dördüncü çeyrekte, üçüncü çeyreğe göre daralma bile beklenebilir. Ama seçim ekonomisi tam gaz gelecek, onun zamanlamasını bilmek zor.