Tasarruf paradoksu: Geleceğe yatırım yapmanın çelişkisi

Yayınlama: 04.11.2023 11:08:00 Güncelleme: 08.08.2025 14:45:02

Bir bireyin perspektifinden uygun ve kabul edilebilir olan bir şey, toplumun tamamına uygulandığında zarar verebilir mi? "İktisat bilimi kadar eski" olan Tasarruf Paradoksu, bireyin tasarruf etme alışkanlığının toplumsal düzeye genişlediğinde ekonomiye zarar verebileceği fikrini öne sürüyor

Tasarruf paradoksu: Geleceğe yatırım yapmanın çelişkisi

SAFA GÜMÜŞ

Bir bilim olarak İktisadın doğuşu, Adam Smith’in 1776 yılında yayımlanan “Milletlerin Zenginliği” isimli kült eserinin dayandırılır. Birçok iktisatçı esasında bir Ahlak profesörü olan Adam Smith’in bu eserinde anlattıklarından yola çıkarak yeni kitaplar ve teoriler kaleme aldılar. Kimi iktisatçılar “Milletlerin Zenginliği” isimli eserde anlatılanları geliştirerek savunurken kimileri Adam Smith’in düşüncelerinin bir kısmını kabul etmeyerek yeni düşünceler ortaya attılar. Bu sayede iktisat bir bilim olarak her geçen gün kendini yeniledi, tazeledi ve kendi kendine yeni sorunlar üretmeyi başardı.

İktisat her ne kadar kendisini sürekli olarak geliştiren ve yeniliğe açık bir bilim dalı gibi görünse de içinde aslında birçok kafa karıştırıcı paradoksu barındırıyor. Örneğin ayrı ayrı her birimiz için doğru olan bir şey, hepimiz içinde kabul edilebilir ve doğru mudur?

MAKRO VE MİKROEKONOMİ ÇELİŞKİSİ

Ekonomi bilimi genel hatlarıyla iki ayrı kolun üzerine inşa edilmiştir: makroekonomi ve mikroekonomi. Makroekonomi, genellikle ekonomiyi daha geniş bir perspektiften ele alır. Bireylerin tek tek incelenmesi yerine, toplumu bir bütün olarak analiz eder. Ülkedeki tüm firmaların ayrı ayrı durumlarını izlemek yerine, bu firmaların toplam ekonomik değeriyle ilgilenir. Mikroekonomi ise toplumun bütünüyle değil, bireylerle ilgilenir. Kişisel talepteki değişimleri analiz eder ve bir firmanın aldığı kararın o firmanın faaliyetleri üzerindeki etkilerini inceler.

Tasarruf örneği üzerinden konuşalım. Mikroekonomi, genellikle bireylerin ekonomik kararlarını inceleyen bir alandır. Bu bağlamda, mikroekonomi Türkiye'nin genel tasarruf düzeyiyle ilgilenmez, bunun yerine bireylerin nasıl tasarruf ettiğine odaklanır. Örneğin, bir bireyin geliri, harcamaları ve tasarruf alışkanlıkları mikroekonomi kapsamında değerlendirilir.

Makroekonomi ise daha geniş bir perspektife sahiptir. İstanbul'daki Ayşe Teyze'nin yastığının altındaki altınlar gibi bireysel tasarruflarla değil, genel olarak Türkiye'deki bütün tasarruf düzeyiyle ilgilenir. Makroekonomi, ülkenin genel ekonomik durumuyla ilgili büyük resmi inceler. Bu çerçevede, toplam tasarruf, yatırımlar, enflasyon, işsizlik gibi geniş ekonomik göstergeler makroekonomi alanında değerlendirilir.

Makro düzeyde alınan ekonomik kararlar ve uygulanan politikalar, mikro düzeydeki bireylerin ve firmaların kararları üzerinde önemli etkilere sahiptir. Örneğin, merkez bankasının faiz oranlarını artırma kararı, bireylerin ve firmaların borçlanma maliyetlerini artırarak harcamalarını kısıtlayabilir. Bu da mikro düzeyde tüketim ve üretim davranışlarında değişikliklere yol açabilir.

Ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, ekonomide devlet müdahalesini savunmasının temel sebeplerinden biri olarak, makro düzeyde alınan politik kararların mikro düzeyde ekonomi aktörlerinin davranışlarını etkileyerek, ekonomiyi dengelemesi fikrini ortaya koymuştur.

Günümüzde, özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde, merkez bankaları ve hükümetler, akılcı ekonomi politikaları uygulayarak ekonomiyi dengelemeye çalışırlar. Bu politikalardan biri de faiz oranlarını artırmaktır. Faiz artırımı, mikro düzeyde bireylerin ve firmaların tüketim ve yatırım kararlarını etkileyerek enflasyonla mücadeleye katkıda bulunmayı amaçlar. Bu şekilde, makroekonomik istikrar mikroekonomik davranışların dengelenmesi yoluyla sağlanmaya çalışılır.

Peki, iktisat biliminin üzerine kurulu olduğu birbirinden ayrı ancak bir o kadar da birbirine bağlı olan bu iki kaide birbirine zıt iki görüşe sahip olabilir mi? Veya başka bir ifadeyle mikroekonomi açısından uygun görünen ve tavsiye edilen bir karar, makroekonomi açısından bir “yıkım” olarak tasvir edilebilir mi?

İşte karşınızda “Tasarruf Paradoksu”.

“İKTİSAT BİLİMİ KADAR ESKİ”

Tasarruf paradoksu, ekonomi dünyasının önemli bir çelişkisini ifade eder. Bu paradoks, mikroekonomik ve makroekonomik düzeyde tasarruf arasındaki zorlu dengesizliği açıklar. Mikroekonomik düzeyde, bireylerin ve firmaların kendi gelecekleri için tasarruf yapması mantıklı ve olumlu bir davranış olarak kabul edilir. Ancak, her birey ve firma aşırı derecede sıkı bir tasarruf politikası benimserse, bu durum genelde beklenen olumlu etkiyi yaratmaz. Çünkü toplam talep azalır ve bu da mal ve hizmetlere olan ihtiyacın düşmesine neden olur.

Bu paradoks, ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes'e atfedilir; ancak aslında tarih boyunca birçok iktisatçı tarafından ele alınmıştır. 1931 yılında, Avusturyalı iktisatçı Friedrich August von Hayek, "The Paradox of Saving" adlı makalesinde bu paradoksu ele almıştır. Dahası, Hayek makalesinde bu paradoksu daha önceden ortaya atmış olan Amerikalı iki ekonomiste atıfta bulunarak onların düşüncelerini tartışır. Bu paradoksa dair en eski referanslardan biri ise İktisat biliminin kurucusu Adam Smith'e aittir; Smith, "Her özel ailenin davranışında sağduyulu olan şey, büyük bir Krallığın davranışında pek de aptallık olamaz" şeklindeki sözleriyle bu paradoksa dikkat çekmiştir.

Hatta bu paradoksun izleri, 1714 yılında Bernard Mandeville'in yazdığı "The Fable of the Bees" adlı kitapta bile bulunabilir. Bu durum, paradoksun ekonomi bilimindeki temel bir sorun olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Hayek’in “Tasarruf Paradoksu” için “En az İktisat bilimi kadar eski” demesine şaşmamalı.

Bununla birlikte paradoks bir gazete sayfasına kolayca aktırılacak kadar basit değil. Konu hakkında düşünen her iktisatçı, “Paradoksu” açıklamak veya çözmek için yeni bulgular ortaya attı.

Örneğin John Maynard Keynes. Mutlak Gelir Hipotezi, John Maynard Keynes'in 1936 yılında ortaya attığı bir ekonomik teoridir. Bu hipoteze göre, tüketim düzeyi kullanılabilir gelirle ilişkilidir. Kullanılabilir gelir arttığında, tüketim de artar, ancak bu artış gelirdeki artıştan daha azdır. Yani, insanlar gelirlerindeki artışın tamamını harcamazlar; bir kısmını tasarruf ederler. Bu durum, "tüketim bulmacası" olarak adlandırılır. Mutlak gelir hipotezi, bazen "durgunluk hipotezi" olarak da adlandırılır, çünkü gelir arttıkça ortalama tüketim eğilimi azalır. Bu da toplam talepteki azalmaya ve dolayısıyla ekonomik durgunluğa yol açabilir. Yani mutlak gelir hipotezi, tasarruf paradoksuna neden olan bir durumu açıklar.

Sonuç olarak, tasarruf paradoksu, bireysel ve kurumsal düzeyde tasarruf yapmanın önemini vurgularken, aynı zamanda bu tasarrufların aşırıya kaçması durumunda ortaya çıkabilecek olumsuz etkileri gösterir. Bu paradoks, ekonomi biliminin derinlerine uzanan köklere sahip önemli bir kavramdır. Bununla birlikte paradoks “İktisat bilimi kadar eski” olduğu için onu en azından Ekonomi binasının “kirişlerinden” birisi olarak görmek mümkün.

BİREY AÇISINDAN İYİ OLAN TOPLUM AÇISINDAN İYİ OLMAYABİLİR

Ekonomi öğrencilerinin “İktisada Giriş” derslerinden öğrendiği paradokslardan biri tasarruf paradoksudur. Bu ilginç olgu, "Birey açısından iyi olan, toplum açısından iyi olmayabilir" gerçeğiyle bütünleşir. Tasarruf, bireyler için geleceğe yatırım yapmanın doğruluğunu temsil eder. Ebeveynler, gençlere tasarrufun değerini öğretirken, "Ayağını yorganına göre uzat" deyimini kullanarak geleceği için birikim yapmanın önemini vurgularlar.

Ancak paradoks şurada yatıyor: Eğer herkes aynı anda tasarruf yapmaya koyulursa, bu, ekonomideki mal ve hizmetlere talebi azaltır. Temel ekonomi gerçeği, talebin azalmasıyla üretimin de düşeceğidir. Bu durumda, bireyin tasarruf yapması kendi geleceği için olumlu olabilir, ancak toplumun geneli için bu, ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Bir ekonomide tasarruf yapmak genellikle olumlu bir özellik olarak değerlendirilir. Ancak, tasarrufun aşırıya kaçması durumunda ortaya çıkan bir paradoks vardır. Diyelim ki bir toplumda 10 kişi bulunuyor ve her biri 10 TL ücret alıyor. Bu toplumda 5 firma tarafından üretilen mal ve hizmetlere olan talep eşit olarak dağıtılmış durumda. Bu durumda her bir kişi, gelecekteki güvence için 1 TL tasarruf yapıyor ve kalan 9 TL'yi mal ve hizmetlere harcıyor. Toplamda 100 TL ücret ve 90 TL harcama oluşuyor.

Ancak, geleceğe daha fazla tasarruf yapmak isteyen insanlar birdenbire tasarruf miktarını artırıp kişi başı 9 TL tasarruf etmeye başlıyorlar. Bu durumda her bir kişinin elinde sadece 1 TL olacaktır ve mal ve hizmetlere talep düşecektir. Dolayısıyla firma gelirleri azalır ve yeni yatırımlardan kaçınırlar çünkü artık talep düştüğü için ürünleri satamazlar. Bu durumda, ekonomi durgunluğa girer ve işsizlik artabilir.

Tasarruf paradoksu, toplumun genelinde tasarruf artışının beklenen ekonomik büyümeyi engelleyebileceği gerçeğine işaret eder. Çünkü bir ekonomideki harcama, başka bir kişinin geliri olur ve bu gelir de genellikle yeniden harcanır. Ancak, herkes aynı anda tasarruf yapmaya karar verirse, toplam harcama düşer ve ekonomi durgunlukla karşı karşıya kalır.

Toplumdaki tasarruf bolluğu genellikle ekonomide ödünç verilebilir fonların bolluğu anlamına gelir. Bu durum, kredi faizlerinde bir düşüş yaratarak firmaların daha düşük maliyetli finansmana erişim sağlamasına ve yeni yatırımlar yapmasına olanak tanıyabilir. Bu, ekonomik büyümeyi teşvik etmek için mantıklı bir strateji gibi görünebilir. Ancak, paradoksun kendisi karmaşık bir yapıya sahiptir ve tek bir çözümle tam olarak çözülemez.

Firmalar ucuza kredi alsa bile, eğer genel talep düşükse, ürettikleri mal ve hizmetleri satacak müşteri bulamayabilirler. Yani, ekonomik aktörlerin tasarruf arzuları aşırı derecede yüksekse ve tüketim düşükse, düşük faiz oranları tek başına ekonomik büyümeyi sağlamak için yeterli olmayabilir. Bu durumda, ekonomik dengeyi sağlamak için hem tasarruf oranlarını yönetmek hem de talebi artırmak önemli olacaktır. Smith’in “Görünmez eli” ile Keynes’in “Görünen eli” arasındaki fark aslında burada da net bir şekilde ortaya çıkar. Keynes bu gibi bir durumda devlet müdahalesi olmadan paradoksun çözülemeyeceğini kanısında sahiptir.

Devlet, bu talep düşüklüğünü dengelemek için çeşitli önlemler alabilir. Örneğin, ekonomiyi canlandırmak amacıyla harcama politikalarını artırabilir. Böylece hane halkı ve firmaların oluşturduğu talep boşluğunu doldurarak ekonomiyi destekleyebilir. Alternatif olarak, merkez bankası gibi bağımsız karar organları, mevcut hükümetin politikaları ile koordineli bir şekilde tasarrufu caydırıcı önlemler alabilir. Bu çerçevede devlet ve merkez bankası ikilisinin ortak bir perspektifte birbirini destekleyerek alacağı, faiz oranlarını düşürmek, bankalara ilişkin düzenlemeler getirmek veya özel sektörü yatırıma teşvik etmek gibi yöntemler, tasarruf eğilimini etkileyebilir.

Ayrıca, hane halkını tüketime teşvik etmek de önemli bir stratejidir. Türk halkının aşina olduğu "Al ver ekonomiye can ver" tarzı reklamlar, tüketimi artırmak amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Bu tür teşvikler, tasarruf eğilimini gevşetebilir ve ekonomik büyümeye katkıda bulunabilir. Para arzına yönelik müdahaleler de tasarruf paradoksuyla mücadelede etkili olabilir. Burada aslında Keynes’in “Likidite Tuzağı” ve bu çerçevede “Japonya” örneği de paradoksla olan bağlantısı açısından önemli.

“AL VER EKONOMİYE CAN VER”

2008 Finansal Krizi'nden sonra hafızalarımızda kalan ilginç bir durum, "Al ver ekonomiye can ver" reklamlarıydı. Bu reklamlar, insanları küçük harcamalar yapmaya teşvik ederek ekonominin canlanmasına katkıda bulunabileceklerini düşündürmeye çalıştı.

Bu durumu "Tasarruf Paradoksu" açısından ele almak oldukça anlamlı. Bir kişinin harcaması, vergileri ve transferleri yok sayarsak, başka bir kişinin gelirine eşittir. Örneğin, sabah evden çıktınız ve 10 TL'ye bir simit aldınız. Simitçi o parayla simitleri aldığı fırıncıya ödeme yaptı, fırıncı un aldığı toptancıya ödeme yaptı ve bu döngü devam etti. Bu 10 TL, ekonomide dolaşım yaparak toplamda 60 TL'lik bir etki yarattı. Yani, sizin yaptığınız küçük harcama, ekonomideki bir dizi işlemi tetikleyerek daha geniş bir canlılık yarattı.

Şimdi, aynı sabah tasarruf yapmaya karar verdiğinizi düşünün. 10 TL'yi harcamadınız ve bu durumda 6 kişi bu gelirden mahrum kaldı. Sonuç olarak, ekonomide 60 TL'lik bir kayıp yaşandı. Hem de sadece 10 TL'lik bir tasarruf için. Bu tasarrufu herkesin yaptığını ve farazi bir tabir olarak herkesin simit almak yerine “tasarruf” etmeye karar verdiğini bir düşünün.

"Alın verin ekonomiye can verin" ifadesi, basit bir reklam sloganı olarak kalmadı, aynı zamanda içinde Tasarruf Paradoksu'nu barındıran önemli bir ekonomik gerçeği yansıttı. Bu durum, bireysel harcamaların ve tasarrufların ekonomik canlılık üzerindeki etkilerini anlamamızı sağlayarak, küçük harcamaların büyük bir ekonomik etki yaratabileceği gerçeğini vurguladı.